Her canlı doğar, büyür ve ölür. Bu durum doğal bir süreçtir, ancak ölüme atfedilen konum onun kaçınılması gereken bir felaket olduğudur çoğu zaman. Korkulur ölümden, hiçbir zaman karşılaşılmak istenmez, düşüncesi bile ürpertir insanı, oyalanılarak ölüm düşüncesinden uzaklaşılmaya çalışılır. Hele ki insan yaş aldığında sona doğru yaklaşılan her an korkunun artmasına neden olur. Geçmişten bugüne insanlar ölümden kaçmak için türlü yöntemler denediler, günümüzde de ölümsüzlük üzerine çalışmalar devam ediyor, ancak insan ömrünü uzatmak mümkün olsa da henüz ölüme karşı bir formül bulunamadı.
Ölüm kavramına inanç bağlamında geçmişten bugüne birbirinden farklı anlamların atfedildiğini görüyoruz. Tek tanrılı dinlerden önceki zamanlara baktığımızda insanlar ölümden sonra ruhun bedene geri geleceği düşüncesiyle içinde kendi kişisel eşyalarının olduğu mezarlar yapmış, mumyalama yöntemiyle ruhun döneceğine inanılan bedeni korumayı amaçlamıştır. Yine bazı inançlara göre ölümden sonra ruh başka bir bedene girerek orada tekrar can bulacaktır. Tek tanrılı dinlerin öğretisine göre de ölümden sonra yaşam süresince yapılan olumlu ve olumsuz eylemlere bağlı olarak yeni bir yaşam başlayacaktır.
Her canlı içgüdüsel olarak hayatta kalmaya programlıdır. Bunun yanında öleceğini bilen tek canlı da insandır. Ancak çoğu insan aynı zamanda hiç ölmeyecek gibi yaşamaktadır. Ölüm hep kötü gösterildi, zihnimizde olumsuz bir olgu olarak kodlandı. Peki ölüm gerçekten kötü müdür? Yoksa biz mi gözümüzde büyütüyoruz ? Ölümün de yaşamın doğal bir süreç olarak düşünülmesi korkuları sağaltabilir mi? Ünlü yunan filozof Epikuros ‘ben varsam ölüm yok, ölüm varsa ben yokum.’ diyerek ölümü korkulan bir tabu olmaktan çıkarmayı, ölümün başımıza geleceğini kavrayarak doğal bir süreci ve kabullenişi önermiştir.
Ölüm hayata anlam yükleyen bir olgu, ölümsüz olsak hayatımız da manasız olurdu. Bilinenler üzerinden yorum yapmak daha doğru; bir gün öleceğiz, ölümün olduğu yer yüzünde gerçekten neye ne kadar anlam yüklüyoruz? Ölümden sonrasını , ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz, ama bir gün öleceğimizi kesin olarak biliyoruz. Ölüm hayatın doğal bir süreci, belki bir son belki de başlangıç, bunu bugüne kadar kimse bilemedi, bilemeyecek, belki de sırlar tarafımıza öldüğümüzde açıklanacak. Belki de bir hiçlik içinde kalacağız. Bunun yanında sadece bunları düşünerek, takıntı yaparak yaşamımızı idame ettirmemiz de pek mümkün değil. Yaşarken ölmeyelim, bedenin ölümünden korkarken ruhumuzu öldürmeyelim. Bugüne kadar yeryüzünde yüz milyar civarı insanın yaşadığı tahmin ediliyor. Bize verilen kısa zaman içinde elimizdekilerle, seçtiklerimizle, bizim irademizde olanlarla yaşamın hakkını vererek ve şimdinin gücünü kullanarak yaşamayı seçebiliriz. Kendini gerçekleştirme yolunda uğraşlarla, ruhumuzu doyuracak kaynaklarla misafir olduğumuz zaman dilimini değerlendirebiliriz. Yoksa zaman geçer, kendimizle beraber mezara potansiyelimizi de götürürüz, yapamadıklarımızla beraber yaşamdan göçeriz. Yazarın dediği gibi mezarlıklar kendi potansiyellerini gerçekleştiremeden ölenlerle doludur.
Ölüm düşüncesi bir açıdan bakıldığında olaylara kozmik bir bakış açısıyla bakılmasını sağlayabilir. Gözümüzde büyüttüklerimiz, kaygılarımız, iş stresimiz, gereksiz konularla heba ettiğimiz zamanımız ölümü düşündüğümüzde önemsizleşir. Dolayısıyla ölümü yaşamımızda bir rehber olarak da düşünebiliriz. Yaşarken ölümü hatırlayarak hayatta önceliklerimizi sıraya koyabiliriz. Fransız yazar Montaigne ölümü hep göz önünde bulundurmamız gerektiğini belirterek kendisinin de yaptığı gibi mümkünse mezarlıklara yakın bir yerde yaşamayı tavsiye eder. Ölümü hep akılda bulundurarak yaptıklarımızı neden yaptığımızı sürekli düşünmeli ve her yeni günde bugün öleceğimizi biliyor olsak nasıl yaşardık sorusunu kendimize sormalıyız, çünkü Şems’ in dediği gibi her insan ölecek yaşta…
Comments