29 kadının zorlu hayat mücadelesine ve erkek şiddetine dair uzman görüşlerine yer verdiği “Katilimi Tanıyorum: Türkiye’de Kadın Kırımı'” isimli ilk kitabı yayınlanan gazeteci Sinem Nazlı Demir, “Şiddeti hafife almayın, ‘ölüme götürmez’ diye bir şey yok. Kitapta bunun örnekleri var” diyor.
Gazeteci Sinem Nazlı Demir'in “Katilimi Tanıyorum: Türkiye’de Kadın Kırımı'” kitabı, A7 Kitap Yayıncılık etiketiyle raflardaki yerini aldı.
Demir kitabında, 29 kadının zorlu hayat mücadelesini ele alıyor.
Kısa bir özet çalışma yapacakken, araştırmaları sırasında konunun çok geniş olduğunu gören ve daha fazla görünür yapılması gerektiğini düşünen Demir, yaklaşık 4 yıl önce kitabı için harekete geçmiş.
“Bir kadının şiddet gördüğüne dair bir duyum alıyorsanız lütfen duyarsız kalmayın, hafife almayın” diyen Demir’in dikkat çektiği başka bir nokta da “Türk aile” yapısı içinde kadınların şiddet döngüsüne yeniden itilmesi.
Uzman görüşlerine de yer verilen kitabın, başka bir dikkat çekici yanı, her bölümün bir kadına adanmış olması.
Önemli bir araştırmacılık örneği ve başvuru kaynağı olan kitap, yakında ikinci basımını yapacak.
Kitabın ortaya çıkış hikâyesini ve araştırmasının sonuçlarını bianet’e anlatan Demir’i dinliyoruz.
“Yaptığımız haberler rutin hayatımızı etkiliyor”
Dicle Koğacıoğlu detayı çok etkiledi, ilham aldığım bir isim...
Üniversitede okurken, kadın haklarıyla ilgili “kim, ne yapmış bu ülkede?” diye bakarken Koğacıoğlu'na referans verilmiş makaleleri gördüm. Merak ettim ve “bu kadın kim?” diye baktım. Sonra o notunu ve intiharını gördüm: “Çok acı var, dayanamıyorum”.
Dicle, Türkiye'deki “namus cinayetlerini” araştıran en önemli akademisyenlerden. Çalışmaları manevi olarak çok yıpratmış onu. Çok etkilendim ondan ve kitabının bir bölümünü ona ithaf ettim. Özellikle bu alanda emek vermiş araştırmacılara ithafen Dicle'ye genel bir isim olarak yer vermek istedim.
Peki kitabı hazırmak ne kadar zaman sürdü?
2019’un sonunda başladım çalışmaya. Amacım küçük bir araştırma yapmaktı. Daha çok erkek şiddeti üzerine birkaç kadınla görüşmek, sonrasında uzmanlarla da görüşüp bunu yayınlamaktı.
Tezimin konusundan biri olur diye düşünüyordum. Sonra gazeteye girince, direkt kadın hakları alanında çalışmaya başlayınca benim için durum daha da dikkat çeken bir hal aldı.
Cumhuriyet'te ihbarlar geliyordu oradan da haber yapıyorduk. İlk röportajım benim ağır bir şiddet vakasıydı. Felçli bırakılmış ve öldürülmesi için balkondan aşağı atılmış bir kadındı. Onunla yaptığım röportaj çok zor geçmişti, konuşamıyordu. Annesiyle daha çok konuştum.
Sonra dedim ki bu çalışma tez olmak zorunda değil. Küçük bir araştırma olmak zorunda da değil. Daha fazla vakit verip konulara bölüp bunu geniş bir alanda paylaşabilirim dedim. O zaman kitap bir çıktı. Özetlersem doldu dolu 4 yıl diyebilirim.
Psikolojik olarak nasıl etkilendin?
İki yıl önce psikolojik destek almaya başladım. Çünkü Cumhuriyet'te çalışırken gelen ihbarları haberleştiriyordum. Özellikle cinsel şiddet röportajlarından sonra rutin hayatıma etki etmeye başladığını fark ettim.
Ani savunma refleksleri ve maalesef ki çevremdeki erkeklere duyduğum artan sorgulama tarzım oldu. Bir de böyle ciddi sorunlarla ihlallerle karşılaşmış kadınlarla konuşuyorum ya başka sorunlar rutin hayatımdaki problemleri çok küçük görmeme sebep oldu. O yüzden kendimden de uzaklaştım.
Biz gazeteciler olarak yaptığımız tüm röportajın ayrıntılarını maalesef bazen veremiyoruz. Evet, “bir kadın öldürüldü” diyoruz ama o röportajda aslında detayları okura vermiyoruz, o vermediğimiz detayları, yani kadının nasıl öldürüldüğünü ayrıntıyla dinliyorum. Haberlerde veremediğim detaylar beni psikolojik olarak çok olumsuz etkiledi.
O detayları etik olarak vermememiz lazım ama bizde kalıyor. Bizde kaldığı için bunun da bir yansıması olarak bir tedavi sürecine başladım.
Kişiselleştirmeden olabildiğim kadar profesyonel davranmaya çalıştım evet ama bazı noktalarda çok koptum.
“Görünmeyen kadınları anlatmak istedim”
Kitabın bölümlerini neye göre seçtin? Nasıl belirledin?
Genel olarak haberleri bir bir inceledim. “Google”a oturup “kadın” yazdım, haberlere taradım. Orada da şunu gördüm genellikle, öldürmeye teşebbüs, cinsel şiddet ya da doğrudan cinayet haberleriyle karşılaştım. Bir de çok çok çok ileri gittim ve en az okunanlara baktım. Orada da asıl araştırmam gerekenleri buldum.
Örnek vermek gerekirse makbul olmayan, mağdur kadınlar. Bu kadınlar genellikle medyanın görünmeyen yüzleri. Tabii LGBTİ+’lar da medyanın görünmeyenleri arasında. Göçmen kadınlar da öyle. Bu şekilde bir planlama yaptım.
“Basının eril dili erkek şiddetini körüklüyor”
Uzun zamandır bu konu üzerinde çalışan bir gazeteci olarak fikirlerini merak ediyorum. Erkek şiddetinin kaynağı ne ve bu sorunu nasıl çözeriz?
Türkiye’de basının kadına yönelik şiddet haberlerini bile eril dilde göstermesinin maalesef ki faillerin işine yaradığını gözümle gördüm. Girdiğim davalarda gördüm bunu. Sonra görüştüğüm kadınlara da sordum bunu. “Sizce bu erkekler bu gücü nereden alıyor?” diye. Benzer yanıtlar vardı.
Birçoğu şunu söyledi, “Benim babam zaten haberleri izliyordu, orada görüyordu, fail iyi hal almış. Nafaka istediği için öldürülen kadınlar, sığınak içinde öldürülen kadınlar… Benim babam zaten bunları izliyordu Sinem hanım. Ona normal geliyordu artık” dedi. Bu nedenle basının kullandığı dilin, erkek şiddetini önlediğini değil aksine daha da körüklediğini düşünüyorum.
Ayrıca “Türk aile” yapısının yani “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışının da kadınları öldürülmeye sürüklediğini düşünüyorum.
Çok uzağa gitmiyorum ben hiçbir zaman. Bir örnek vereceğim. Bir gün Cumhuriyet'te çalışırken Ataşehir'de bir kadın cinayeti haberi gördüm. Sonra baktım Örnek Mahallesi’nde olmuş bu olay. Sonra bir baktım sokak bizim sokağın yanında. Parkta bir erkek, bizim komşularımızdan olan bir kadını öldürmüş. Bıçağı da çimenlere silmiş kanını temizlemiş ve koşarak uzaklaşmış bir süre de bulamadılar.
Sonrada mahalledeki tepkilere baktım. Mahallemdeki tepkiler bile şunu söyledi, çok yakın çevrem, çok yakın komşuların olmak üzere “Kadın aldatıyormuş”, “Şimdi biz de çok irdelemeyelim ama biz de Ayşe'yi parkta görmüştük birileriyle.” O yüzden kadın meselesini araştırırken hep şunu fark ettim, sakın uzağa gitmedim.
Çözüm de yanımda, sorun da yanımda ve ilk başta kendimden başlamam lazım. İlk başta bizim arınmamız lazım diye düşünüyorum.
Öneri kısmına geçecek olursam...Bu katiller bir günde yetişmedi. O yüzden de kitabımın adı: “Katilimi Tanıyorum” Çünkü bu katillerin cesaretini belirleyen de bu toplumun kadınlara verdiği tepkiler.
“Nasıl bir ülkede yaşamak isterseniz?”
Peki bu haberi okuyanlar bu kitapla ilgili neyi öğrensin?
Şöyle söyleyeyim, kitapta doğrudan uzmanlarla konuşmamamın sebebi aslında çıkış amacının kadınların ağzından anlatılan bir kitap olmasının sebebi şu: Biz şiddete maruz kalmamış olabiliriz. Çok maalesef ki hani ağır bir fiziksel istismar cinsel şiddete te maruz kalmamış olabiliriz. Bir konuyu irdeleyecek olursak konunun özneleri ile konuşmamız gerekiyor.
Bu nedenle bu kitabı okuyacak kişilerin uzmanları verdiği bilimsel görüşleri çok ayrı bir yerde tutup önem vererek okumalarını ama doğrudan kadınların anlatımlarına ayrı bir önem vermelerini rica edeceğim. Çünkü fark edecekler. Kadınların birçoğuna aynı sorduğum iki soru var, biri; “Nasıl bir ülkede yaşamak istiyorsun?”, biri de “Bu şiddet nereden kaynaklanıyor?”
“Şiddeti hafife almayın”
Evet, biz kadın yönelik şiddet uzmanlardan da dinleyebiliriz, tabii ki de yorumculardan sosyal hizmet uzmanlarına, psikologlardan dinleyebiliriz ama doğrudan maruz kalan kadınların anlatımı bence bizi çıkışa götürecek.
Uzmanların önerilerini önemseyerek kadınların bize neyi haykırdığını söylememizi, neyi haykırdıklarını, önemsememizi gerektiğini düşünüyorum.
Bir de şunu fark ettim. Bir araştırmadan şu an söylemiyorum, istatistik yok. Şunu fark ettim. Cinayet vakalarında konuştuğum kayıp yakınları dahi bazılarından şunu duydum, çok üzülerek söylüyorum bunu “barıştırmaya çalıştık, yuvası yıkılmasın istedik.”
Kadına yine o şiddet döngüsüne yönlendirme yapıldığını gördüm. Kadın çıkmak istemiş şiddet gördüğü evden fakat babası demiş ki “kızım dön”, kadın çıkmak istemiş, ablası demiş ki “gidecek yerin yok ki çocukların var”, arkadaşları demiş ki “Tatsızlık çıkmazsın, düzelir” demiş.
O yüzden de yakın çevresinde şiddete maruz bırakıldığını düşündüğü biri olan insanlara şunu önermek istiyorum. Eğer bir yerde bir yanlış görüyorlarsa zorlamak ölüme sebebiyet verebilir. Bu hikâyeler bunun kanıtı.
Gerçekten şiddet sinyali alıyorsak özellikle dikkate almamız gerekir, “ölüme gitmez” açıklaması röportajlarda vardı ve maalesef hepsi cinayetle sonuçlandı.
O yüzden önerim bir şiddet sinyali alıyorsanız çevrenizde olabilir, size dair olabilir, hafife almayın sakın.
Kaynak: www.bianet.org
Comments