Yücel Çağlar*
Canlı varlık olmamızla bağdaştırılamayacak denli mekanikleşiyorum(z) 2 ** sanırım; hem de çok büyük bir hızla. Baksanıza, yaşantım(ız)da son derece önemli olmasına karşın olumlu kimi değerler ile davranış biçimlerimin(zin) ayırdına pek varamıyorum(z); tümden unuttuk(m) mu acaba? Ayırdına varabildiklerimin(zin) ise çoğunluğunu yitirdiklerim(iz) oluşturuyor. Öte yandan ayırdına pek varamadan yeni değerler, davranış biçimleri oluşturuyorum(z) ama bu oluşumun nelerden beslendiğini çoğu zaman hiç sorgulamıyorum(z). Öyle ki, onlar da, yenilerine yer açmak için sanırım, geldikleri gibi yaşamımdan(ızdan) “sessiz sedasız” çıkıyor ya da çıkarılıyor. Bu değişim ve dönüşümlerin topluma, sınıflar ile bireylere yanı sıra ekolojik koşullara getiri ve
götürülerinin “muhasebesini” yapanlar var mı, bilemiyorum; ama öyle kolayına kaçıp
yalnızca bir boyutunu sorgulayarak değil, tümünü birden, yanı sıra, bütüncül biçimde.
Kanım o ki, böyle bir çabaya girilebilse ortaya çıkacak görünüm hiç de iç açıcı
olmayacaktır. Özellikle bencileyin yaşça “uzatmaları oynamaya” çabalayanların çoğunun, belki de tümünün bu kanıda olduğunu sanıyorum. Daha ileri giderek şunu savlıyorum: Benzer kanıda olan “orta yaşlı”, hatta “genç” sayılanlar bile giderek çoğalıyor. Tüm yıkıcılığına karşın “şu korona günlerinde” yaşadıklarımızın hiç olmazsa bu gerçeğin kavranmasına katkıda bulunabileceğini umuyorum. Sözgelimi, yaşamın her alanında mekanikleşmeyi, bilgiçliği, indirgemeciliği baş tacı eden değerleri, tutum ve davranışları, en azından sorgulayabilecek denli yürekli birilerinin çıkabileceğine içtenlikle inanıyorum. Ancak “şu korona günlerinde” yaşadıklarımıza, tanıklıklarımıza bakınca bu umudum ile inancımın büyük ölçüde örselendiğini söyleyebilirim. Başlıktaki soru da bu düşüncemden kaynaklanıyor sanırım.
Geleyim başlıktaki soruya…
Hem yoldaşlık hem duygudaşlık bence de; ama önceliği, yanı sıra, ağırlığı her durumda
duygudaşlığa vererek. Oysa çoğu durumda, yanı sıra çoğu zaman, örneğin “dün”,
“yoldaşlık” öne çıkarılmadı mı sizce de? Doğrusunu isterseniz, ben çıkardım örneğin.
Şimdilerde değil epeyce bir zamandır düşünüyorum da, bu, çok büyük bir yanlıştı. Yalçın Küçük, Sovyetler Birliğinde Sosyalizmin Çözülüşü”nde;
“Sovyet Sosyalizmi yeni insanı yaratamadığı için çöktü.”
“Sovyet Sosyalizmi boş zamanı hoş zamana çeviremediği için çökmüştür.”
“Sovyet Sosyalizmi Sovyet elitinin inançsızlığı yüzünden çökmüştür.”
derken, bir bakıma, bu yönden de haklıydı bence. Bu nedenle, katılır mısınız bilemem;
ben (biz) yoldaşlığı öncelerken, dahası, yoldaşlığı sözgelimi düşündaşlığa ve/veya
eylemdaşlığa indirgerken “duygudaşlığı”, deyiş yerindeyse “fena halde boşladım(k)”.
Öte yandan, hemen belirtmem gerekiyor sanırım: Bu bağlamda sözünü edeceğim
“duygudaşlık, sözgelimi “bir görüşte âşık olmak” vb. temelsiz, gelip geçer ilgiler değil;
anlamlı, kalıcı, kapsayıcı, koşulsuz, gereklilikten hareketle kurulmayan, bir bakıma “doğal” olarak oluşan karşılıklı bağlar kuşkusuz. Bende mi bir sorun var acaba; böylesi
duygudaşlıkları artık (!) pek oluşturamadığımı(zı) düşünüyorum çünkü. Böyle bir
düşünceye sanırım acılarımı(zı) sevinçlerimi(zi), coşkularımızı yaşama biçimlerim(iz)den
hareketle kapıldım. Sizleri bilmem, ama ben böyle bir duygudaşlık istemiyorum.
“Yoldaş”, “yoldaşlık”, “yoldaşça”… Özellikle gençlik yıllarımda benim de baş tacı ettiğim
nitemlerdi. Nasıl da güvenle söz ederdim(k) “yoldaşlarım(ız)dan”, “yoldaşça” tutum ve
* İletişim: ormanlarindelisi@gmail.com
** Sözlerimin, vargılarımın ne denli genelleştirebileceğimi karar veremediğimde böyle yazmayı uygun buldum. Buna siz karar verirsiniz diye umuyorum.
davranışlarım(mız)dan… Yalnızca ben değil kuşkusuz; özellikle yaşama “soldan”
bakanların çoğu bu çok anlamlı nitemi dillerinden düşürmezdi. Ne var ki, çok katmanlı
içeriğini hemen hemen hiç sorgulamazdım(k). Bu, moda tutkumun(zun) bir sonucuydu
sanırım. Öylesine yüzeyseldim(k) ki, söz konusu nitemi kolayca yalnızca görüşdaşlığa,
eylemdaşlığa indirgeyebilmiştim(k). Sözgelimi, “yoldaşlığın” katmanlarından birisinin de
“duygudaşlık” olduğu aklıma(ıza) bile gelmezdi. Öyle ki, seviler yaşamayı, dillendirmeyi
bile kendime(ize) yasaklamıştım(k). Bence “solun” akıl almaz bir kolaycılıkla onca
“parçalanıp” “bölünmesinin” on yüz milyonlarca (!) nedeninden birisi de buydu: Kolayca
“yoldaş” olabiliyordum(k) ama bunu “duygudaşlıkla” gerektiğince besleyemiyordum(k).
Örneğin bireylerin, sınıfların duygularında nelerin olup bittiği aklıma(ıza) bile gelmiyordu; saçma sapan bir deyiş beni (bizi) yatıştırmaya yetiyordu–“gazımı(zı) almaya” mı deseydim acaba: “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!” Tanrı aşkına, ne demek “ölen ölür…”? “Kalan sağların” kimler olduğunu, ne denli “sağ kalabildiklerini”, ne denli “bizim” olduğunu zamanla öğrendim(k) kuşkusuz, ama çoğunluk iş işten geçmişti. Peki, sonunda ne oldu? Bu soruyu gerektiğince yanıtlamayı, hoşgörünüzü dileyerek size bırakıyorum.
Öte yandan, benzer yanılsamalar şimdilerde de yaygın olarak yaşanmıyor mu sizce?
Sözgelimi, çok yakındaş olduklarımızın dışında “yoldaş”, bırakın “yoldaşlığı” bir yana,
“görüşdaş” olduğumu(zu) sandıklarımın(zın) tutumlarını değerlendirirken de duygusal
“halleri”, sözgelimi duygusal açmazları ne denli aklım(ıza) geliyor; daha doğrusu hiç
geliyor mu? Gerektiğince gelmediğini, dolayısıyla gereğini yapmadığımı(zı) gözlemliyor,
doğrusu “fena halde” hüzünleniyorum. Bu, çok mu zor ya da zoruma(uza) mı gidiyor
acaba? Bilemiyorum.
***
Yoldaşlıklarımızı duygudaşlıklarla da besleme zamanı gelmedi mi acaba?
Comments